Gerçekten etkileyici, bu sunum ve sahiplendiği fikir gerçekten etkileyici.
Hangi sunum, ne sunumu derseniz buyrunuz;
Rachel Armstrong : Architecture that repairs itself
Bitirme çalışmamı yaparken araştırdığım abalon mikroyapılarından esinlenerek tasavvur ettiğim mimari fikrinin bugünlerde metabolik malzemeler başlığıyla gündemde olması çok sevindirici.
Metabolik malzeme fikri Dr. Armstrong’un da TED konuşmasında belirttiği gibi, temelde malzemelerin içinde bulundukları ortamla, doğayla etkileşim yeteneklerini arttırmaya dayanıyor. Bu etkileşim zaten negatif ve pozitif yönde milyonlarca yıldır sürüyor. Ancak pozitif yönlerine biz insanlar, bugüne kadar pek odaklanmadık. Malzemeleri işledik ve onlara bir yorulma ömrü biçtik. Bu ömrü doldurduklarında ise onları geri dönüşüme gönderdik ve yeniden işledik. Ama bugüne kadar bir kez ürettiğimiz malzemelerin sonsuza dek yorulmamasını sağlamak pek aklımızdan geçmedi. Ama artık geçiyor…
Dr. Andre Meyers’in abalone kabukları üzerine kaleme aldığı makalelerde beni en çok etkileyen resim işte buydu:
Yapının adı : brick-bridge-mortar. Tuğla-köprü-harç.
Mikroyapıda ’tiles’ olarak adlandırılan kısım yumuşakça kabuğunu oluşturan kalsiyum karbonat’ın bir polimorfu olan aragonite tabakaları. Okların gösterdiği organik kanallar, yatay dizilen bu tabakalara dikey olarak yapıyı baştan aşağıya donatıyorlar. Aragonite tabakalarının gelişimi için gerekli iyonların taşınmalarını sağlıyorlar, yapıya süneklik ve tokluk sağlıyorlar, ve yapının en üst tabakasındaki organik koruma tabakasını besliyorlar. Proteinlerin kaynağı da elbette bizim yakışıklı sülüğümüz(vertebrates).
Metabolik malzemelerde bu şekilde düşünülebilir. Video’da Dr. Armstrong’un verdiği örnekler şahane gerçekten. Eğer bir mercan adası kendi oluşumunu kendisi sağlayabiliyorsa, bizler de bu yapıyı taklit ederek inşa ettiğimiz binaların oluşumunu bir besleme kaynağına bağlayabilir ve pozitif yönde inorganik malzeme olan seramiklerin organik büyümesini sağlayabiliriz. Ben bunu nasıl yapabileceğimize yönelik tüm soru işaretlerine yanıt veren bir model bilmiyorum. Zaten Dr. Armstrong’un dediği gibi birkaç yılda değil belki ama kıyamet kopmazsa torunlarımıza tam anlamıyla sürdürülebilir bir dünya bırakırız belki.
Bu fikre sahip olmamız bizim enerji – çevre bakış açısını tamamen değiştirmemizi beraberinde getiriyor. Doğadan elde ettiğimiz enerjiyi evlerimize ulaştırmak yerine, doğayı doğrudan evlerimize ulaşılabilir kılacağız. Belki de bu şekilde CO2’yi carbonata dönüştürerek aynı zamanda doğayı temizleyeceğiz. Akıllı binalar ve sürdürülebilir şehir mimarisi için mükemmel bir fırsat olacak.
Dr. Armstrong, Mimar Neil Spiller ve arkadaşları AVATAR (Advanced Virtual and Technological Architectural Research) adlı bir grup olarak, malzemeleri daha canlı hale getirmek için çalışıyorlar. Metabolik malzemeler sayesinde mimarı yapıları biyosfer ile etkileşimli bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyorlar. Grup bünyesinde Yapay yaşam (‘self-organizing chemistry’) ve Sentetik Biyoloji (re-engineering of biological systems ) uzmanları çalışıyor. Yeni bir araştırma alanı haline gelen bilim dalının adı da ‘Plectic Systems Achitecture’ olarak adlandırılmış. Aslında grup tüm çalışmaların umudunu protocell adını verdikleri DNA içermeyen mikroorganizmalara bağlamış durumda. Belki Protocell’lerin kullanımına örnek olarak inert mimaride tuğla-harç yapılarına dikey olarak, Dr. Andre Meyers’in makalesinde örnek gösterdiğimiz canlı köprülerin oluşturulması gösterilebilir. Bu düşüncemin sebebi ise iyon hareketliliğine izin verdiğini gördüğümüz bu fotoğraf:
Konu ve kahramanımız Dr. Armstrong ile ilgili daha fazla bilgi için;
http://www.rachelarmstrong.me
http://www.bartlett.ucl.ac.uk/people/A_armstrong_rachel.htm
Bir cevap yazın